Neden üç nokta « KASTAMONU SOZCU GAZETESİ

KÖŞE YAZISI">
SON DAKİKA

Neden üç nokta

Bu haber 01 Şubat 2023 - 9:05 'de eklendi ve kez görüntülendi.

Yıllar önceydi. Ankara’da bir grup sinemasever dostla Kavaklıdere Sinemasına, Kieslowski’nin “Mavi” filmini izlemeye gitmiştik. Filmin müzikleri çok etkileyiciydi. Dilimizde filmin melodisiyle, birbirimizle hiç konuşmadan, mırıldanarak sinemanın arka merdivenlerinden Tunalı’ya çıkarken, merdivenlerin orta basamaklarında İbrahim Tatlıses’in sesinden bir şarkı duyulmaya başladı. Merdiven başında, caddeye çıkılan köşedeki büfenin dışına konulmuş bir hoparlörden geliyordu müzik sesi. Kulaklarımızdaki filmin müziğine dilimizi, beynimizi kaptırmış, keyifle mırıldanırken hem de. İşte orada çok çarpıcı bir gerçek yüzümüze tokat gibi şaklamış, arkadaşlarla birbirimize bakıp gülümsemiştik. Tabii birkaç adım sonra aklımızda ne filmin müziği kaldı, ne bizi saran o melodiden eser. Bu coğrafyada, bu topraklarda hayatımızın ne kadar da arabesk (gerçek anlamıyla, ilerde bu konuda da yazmayı planlıyorum) olduğu gerçeğiydi o şaklayan. Seçtiklerimizle maruz kaldıklarımız birbirini bütünlemiyor, hatta baltalıyordu. O günden beri -ki nereden baksak 30 yıl geçti- kabullendiğim gerçek bugün zihnimde sürekli bir sorgu halinde dönüp duruyor. Neyi seçtim? Nelere maruz kalıyorum?

Gerçekten de hayat dediğimiz şey seçimlerimizle maruz kaldıklarımızın toplamından mı oluşuyor? Maruz kaldıklarımız bizi ne kadar biçimlendiriyor ya da hayatlarımızda ne düzeyde etkili? Bu soruların cevaplarını felsefeciler yüzyıllardır tartışıyor. Sonuç? Net bir sonuç yok ortada. Bana soracak olursanız, biraz ondan biraz bundan. Önemli olan hangisinin oranını daha yukarıda tutabildiğimiz.

Bu köşede yazdığım ilk yazıdan sonra bana sorulan sorulardan biri, köşenin adıydı. Neden “Üç Nokta”? İşte cevap biraz da yukarıda gizli. Çünkü dilbilgisinde aktivitesini sürdüren o kurallar gerçek hayata çok da işlemiyor. Cümleler noktayla biter. Doğru. Nerede? Cümlede işte. Peki hayatta? Neye nokta koysak bitmiyor. Hayat hep süren olgularla ilerliyor. Bitirdiğimiz her şeyle ilgili ya doğruluk sınamalarımızla baş başa kalıyoruz, ya da vicdan muhasebeleriyle. Bizim nokta koyduklarımıza, hayat aslında üç nokta koyuyor. Hep devamı var, hep bir yerde sürüyor. Bu köşeye yazdığım her cümle de bir nokta işaretiyle bitiyor. Peki, benim zihnimde o nokta var mı cümlelerin sonunda? Ya da okur bu satırları okuyup bitirdiğinde noktayı koyuyor mu acaba? Yazıyı okuyup bitirdikten sonra bir iki satır da siz aklınızdan geçiriyor musunuz?  Yazdığımı belki sorgulamanızla, belki eleştirmenizle, belki beğenmeniz veya beğenmemenizle ilgili…

Köşe ismiyle ilgili yazdıklarımı yukarıdaki paragrafa bağlayacak bir halat daha atacak olursam; zihnimizin elimizden dilimizden daha yoğun çalışması yüzünden kafamızda noktaları koyamaz haldeyiz. Beyin bin üretip bir sızdırıyor dışarı. İfade edebilme sıkıntıları ya da eksiklikleri yaşıyoruz. Maruz kaldıklarımız arasında biz de varız. Kendi kendimize de maruz kalıyoruz.

Kişisel oluşumunu tamamlamak için çaba gösteriyor insanoğlu. Kendini yoruyor, kendi kendine kazandığı ufak zaferlerle mutlu oluyor ya da kendine galip gelip bir yanıyla sevinirken diğer yanıyla kahroluyor. Başka bir deyişle, bütün dış faktörleri çıkaralım devreden, herkes kendine de maruz. Seçimler kısmı da aslında başka bir trajediyi barındırıyor içinde; neyin arasından neyi ya da neleri seçiyoruz. Kendi yarattığımız veya ürettiklerimiz mi seçeneklerimiz yoksa çoklu maruz bırakıldıklarımız mı?

Bir sürü soru sordurup yanıtsız buldurmamak gibi de bir huyu var bu hayat denen meretin. Sordukça batıyoruz. Sorular çukurunda her noktalı kanca biraz daha ağırlık yapıyor dibe yaklaştırıyor insanı. Çıkış var mı? Hayır. Ya en baştan rüzgârın esişine, suyun akışına teslim olup gelişine yaşayacak, hiç sormadan sorgulamadan yaşayacaksın; ya da batmayı sevmeye çalışacaksın. İşte erdem denen şey de aslında bu. Batacaksın, batmaktan zevk alacaksın. Derinleri seveceksin. Yukarıda olmaya değil yukarıya bakmaya rıza göstereceksin. Bu kabullenmenin verdiği ferahlık duygusunu bilen bilir. Hiç bilmeden, hiç düşünmeden, anlamaya çaba harcamadan yaşayanlar belki daha özgür ve daha havadar yerlerdeler. Ama derinlere dalanlar da o diplerin tadını biliyorlar. Dünyaya yalnızca fiziksel gelişmeleri yaşamak ve sürdürmek için gelmediklerinin farkındalar. İşte sihirli sözcük: farkındalık. Şuurluca, bilinçlice, daha doğru ve daha karakterli…

İnsan beyninin dehlizleri diye bir şeyin varlığına inanıyorum ben. Hem de bol kavşaklı, çok dönemeçli, dallı budaklı bir labirent. İçine giriyorsun, yürüyorsun koşuyorsun, bir hatta ilerlerken birden yandaki sokağa dalıyorsun. Bazen o sokaklar başlangıçta yürüdüğün yola çıkıyor, bazen bambaşka bir yere.

Geçtiğimiz hafta Samsun Devlet Opera ve Balesi’nde Bizet’nin Carmen’inin bale versiyonunu izledik ailecek. Çıkışta kültür merkezinin merdivenlerinde çocuklarıma size de en başta anlattığım “Mavi” sonrası İbrahim Tatlıses’e nasıl zamansız maruz kaldığımı anlattım. Hatta tek örneğim de bu değildi. Yine öğrencilik yıllarımda, bir grup müziksever arkadaşımla birlikte Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserlerini izleme alışkanlığımız vardı. Cumartesi sabahları gider izler dinler ve çoğu zaman mutlu mesut ayrılırdık salondan. Sonra da dolmuşa binip Kızılay’a geçerdik. Bu cümledeki sihirli sözcük “dolmuş”. Açık olan radyodan çoğu zaman arabesk nidalar gelirdi. Yaşadığımız hayatın özünün arabesk olmasının en somut göstergesiydi belki de bu deneyimler. Bale sonrası da arabaya binene kadar süren sohbeti, “Bakalım arabanın radyosunda ne çıkacak bahtımıza.” diye bağladım. Sertab Erener’den “Zor Kadın”… Hayat kadar zor!

Derinlik ferahlığı ve bol keyifle…

Kenan Kılıçkenan_kilic@kastamonusozcugazetesi.net

HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT

Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.