İNSAN NEDİR BİLİR MİSİN? « KASTAMONU SOZCU GAZETESİ

KÖŞE YAZISI">
SON DAKİKA

İNSAN NEDİR BİLİR MİSİN?

Bu haber 07 Şubat 2023 - 8:25 'de eklendi ve kez görüntülendi.

İnsan ilişkilerinin temelindeki her duygu, tanımak ve tanışmakla başlar desek iddialı bir giriş olur mu bilmiyorum. İnsanın insanı tanıması, bilmesi de bu dünyadaki en zor işlerden biridir. Zira insan, tamamıyla karmakarışık bir varlık iken bir de duygular işin içine girince insan anlaşılmaz bir hale dönüşür. O halde insan nedir? İnsan ne yapar? İnsanın mayası ne ile yoğrulmuştur? İnsanı tanımadan dünyayı tanıyabilir miyiz? Bu soruların cevapları, hem çok zor hem de pek çeşitli iken biz insanı nasıl tanımlayabiliriz ki? O halde biz susalım ve Yüce Kitabımıza bakalım insan ne imiş, ne değilmiş?

İsra Suresi’nde insanın ne kadar değerli ve şerefli olduğu üzerinde duruluyor: “Andolsun biz Âdemoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.” Böylesine değerli ve şerefli, böylesinde nimetlerle donatılmış, böylesine envâi çeşit rızıklarla bezenmiş ve pek çok varlıktan üstün olarak yaratılmış iken başka bir insan, yine insan olan hemcinsine değersiz muamelesi yapamaz, yapmamalı. Zira buna asla hakkı yoktur.

Tin Suresi’nde ise insan şu şekilde anlatılır: “Şüphesiz biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır.”O halde insana hitap ederken, insana dair konuşurken kelimelerimize ne kadar da dikkat etmek zorunda olduğumuzu unutmamalıyız kanaatindeyim. En güzel biçim verilen insan, yaratılıştan getirdiği bu güzelliği, hem kendinden hem de başkalarından korumakla mükelleftir. Suretini ve sîretini muhafazan uzak bir hayat yaşayamaz. Rabbi ona “en güzel” derken çirkinleştirme hakkına sahip değildir.

O zaman akla şöyle bir soru geliyor? Adına dünya denilen ve insanın emanetçi olarak gönderildiği geçici yerde neden farklı farklı insan tipleri mevcut? Neden insan dünyada insandan dolayı üzülüyor ve zarar görüyor? Bu sorunun cevabını da yine kitabımızdan verelim ister misiniz? “De ki: “Herkes kendi mizaç ve karakterine göre iş yapar.” Rabbiniz kimin doğru bir yol tuttuğunu çok iyi bilmektedir. O halde her insan farklı farklı mizaca sahiptir ve bundan dolayı farklı farklı insanlar mevcuttur. İnsan; kendi mizacını bilip tanıdığında ve kötü olarak nitelendirilen özelliklerini törpülediğinde insana yaraşır bir hayat süreceğini unutmaması gerekir. Mizacımızı çözemediğimiz, farkına varıp terbiye edemediğimiz için mi yanlış işlere meylediyoruz acaba? Bunun önüne geçebilmek ve set vurabilmek için dünya denilen handa önceliğimiz kendi mizacımızı fark etmekten ötesi değildir?

İnsan; bir şeyi hayrını şerrini düşünmeden isteme ve aceleci olma yönünde bir yaratılışa sahiptir. Rabbimiz; “İnsan, şerri de hayrı istediği gibi ister. İnsan pek acelecidir!” diye tarif eder insanı. İnsan, sormaz kendisine acaba bu benim için hayırlı olacak mı diye? Çocuklar gibi sabırsız, çocuklar gibi anlamadan dinlemeden yaşar gider bazen. Bundan dolayı sadece kendi isteğine odaklanmıştır. Belki neyi, nasıl, ne kadar isteyeceğini bilmeden yaşadığı için sahip olmaz bazı şeylere veya sahip olduklarını görmez. İnsan neticede… Olsun, bitsin, gitsin bir an önce diyerek aslında hayatının da sonunu istediğinin farkında dahi değildir çoğu kere.

Yine insan pek ümitsizdir şu hayatta. Yorulur, bıkar, usanır, vazgeçer, düşer de kalkması gerektiğini anlayamaz. Bundan dolayı da hayata küser. Mayasında ümitsizlik vardır. Silkelenip kendine gelmesi için hayat yolunda ilerlemesi gerekir eğer yapabilirse. Rabbimiz; “İnsan hayır istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe düşer.” buyururken insanın şikayetçi vasfını gözler önüne sermektedir. Hep üzüntüyle beslenmeye meyillidir adeta. Nedendir bilinmez bu durumdan da haz alır sanki. Halbuki mümine ümitsizlik yakışır mı diye de hiç kendisine sormaya yanaşmaz. Sahi mümin hayattan ümit kesebilir mi ne dersiniz?

Yine insan; hırslıdır, tez canlıdır ve bencildir. Ben demekten öteye geçemediği için başkalarının herhangi bir nimetten faydalanmasını istemez. Çünkü dünyanın kendisine özel olduğunu veya kendisinin dünyada özel ve tek olduğunu zanneder. Ayette şöyle tanımlanır insan: “Gerçekten insan hırslı ve tez canlı yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğunda sızlanır durur. Ama ona bir nimet nasip olursa kendisinden başkasını yararlandırmaz.” Bu dünya; hepimize ait ve bu dünyadaki her nimette herkesin hakkı var. Bu kadar hırs, kişinin kendisine zarardır da akletmez nedense.

İnsan; dünyaya pek meyilli ve gönlü dünyada dolaşıp dururken ilerisini hiç aklına bile getirmek istemez. Hiç gitmeyecekmiş gibi, adeta dünyanın ebedi sahibi gibi yaşar insan. Halbuki kendisinden önce dünyaya hükümran olanlar, çoktan bırakıp gitmişlerdir o çok sevdikleri dünyayı geride bırakarak. Ve bugün yaşayanlar da belki yarın belki yarından sonra gidecek olduğu halde insan kendisinin gideceğini düşünmeden hayat sürer gider. Ayette; “Şu insanlar, ileride kendilerini bekleyen zor günü bir yana bırakarak geçici dünyayı seviyorlar.” diye bu gerçeği bizlere bildirirken biz neyi seveceğimizi neden düşünmeyiz ey insan? Ahireti görmemiz mi gerekir dünyanın geçiciliğini anlamamız için? Zor bir sınavın varlığı bizlerin dikkatini çekerken insan dünyada oyun ve eğlenceyle ömür tüketir Rabbinin rızasını aramadan ve rızasına uygun yaşamadan.

İnsanın en temel vasıflarından biri; tartışmacı kimliği değil midir? Bildiği-bilmediği her konuda konuşmak ve dahi cedelleşmeye meyyal iken insan, ne zaman sükunete erip ne zaman tartışmadan vazgeçer acaba? Bilinmez… Rabbimiz; “… Fakat tartışmaya en çok düşkün olan insandır.” buyuruyor. Peki insan kendisine sorar mı biraz da dinlemesini bilse, biraz da haksız olabileceğini düşünse, biraz da tartışmayı bırakıp kendisini sorgulasa, biraz da hatasını görse olmaz mı? Olmaz zira insan cedelleşmeye meyillidir. Kibir, onu buna zorlar belki de. Kim bilir?

İnsan aynı zamanda pek bir zalimdir. En büyük zulmü de yine kendisine yapar farkında olmadan veya bilerek. İnsanın kendisini karanlıkta bıraktığı kadar hiç kimse buna muktedir olamaz. Başkasına zulüm yaptığını zanneder ama kendisini karanlık yani zulüm girdabına sürükler durur velakin çıkmayı da bilemez. Ah insan! Âl-i İmrân’da bu durum bize şöyle tarif ediliyor: “… onlar kendilerine zulmediyorlardı.” Niçin zalim olmak için çaba veriyor insan? İnsana dünyada bu kadar nimet bahşedilmişken insanın kendisine neden bu kadar zulmettiği de ayrı bir muammadır.

Neden insan olumsuz özellikleri seçer ki? Neden insan güzel yaratıldığı, değerli ve şerefli olduğu halde kendisini, kalbini, yüreğinin kısaca geçici dünyayı kirletir ki? Bunun açıklaması tercihleridir desek yanlış olur mu? Sanırım olmaz. Zira “ Ona (insana) kötü ve iyi olma kabiliyetini ilham edene.” diye buyrulurken insana iki şık arasında hayat süreceği de sunuluyor. Herkes tercihi doğrultusunda iyi veya kötü olmayı seçiyor ve seçimlerinin sonucu olarak insan benliği oluşuyor. Ve bu suretle “beni” bilen “seni” de anlamaya başlıyor ömrü yeterse.

Azizim! Öyleyse insan nedir sorusu bilinmez bir gerçek iken, insanın ne olduğu ve ne olması gerektiği de yine insanın kendisini bilmesiyle gerçek olur diye iddialı bir cümle yazarak bitirelim yazıyı.

Başvaiz Dr. Halime Korkmazhalimekorkmaz@kastamonusozcugazetesi.net
BİYOGRAFİ

HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT

Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.